The Man in the Queue’nun Türkçe Çeviri Serüveni

The Man in the Queue’nun Türkçe Çeviri Serüveni

Çeviri yaparken yapılan işin etkili ve yeterli olması elbette ki büyük oranda çevirmenin kabiliyetiyle mümkündür fakat çevirmen sahip olduğu kabiliyetin yanı sıra başka bir unsura daha ihtiyaç duyar: motivasyon. En ehil çevirmen bile yaptığı işten zevk almazsa veya o çeviriyi yapmaya itecek yeterli bir güdüsü yoksa işinde yüzde yüz verim sağlayamaz. Şahsen, bitirme tezi kapsamında çeviri üzerine bir çalışma yürütmek istiyordum ve bu isteğim gerçekleşti. Tez grubuna katıldığımı öğrendiğim andan itibaren çevirisini yapmak istediğim eseri danışmanıma bildirmek için yaklaşık üç buçuk ayım vardı. Tüm yaz boyunca edebiyatla pek yıldızı barışmayan biri olarak harıl harıl kitap araştırdım. Eserleri ise ileride çevirim bittiğinde yayımlayayım da çok alıcısı olsun düşüncesiyle popüler kitapları ya da yazarları filtreleyerek araştırdım. Birkaç kitap bulmuş olsam da hiçbiri ilgimi çeken türde değillerdi. Ardından bu üç buçuk aylık sürecin sonuna yaklaşırken danışman hocamız Dr. Öğr. Üyesi Muhammed Baydere ile yaptığımız toplantıda kendisi, ele alacağımız kaynak metnin popülariteye sahip olma zorunluluğu olmadığını söyledi ve yaparken zevk alacağımız, sıkılmayacağımız bir eser seçmemizi istedi. Hiç kitap okumayan biri olarak seçeneklerim iyice daralmıştı tabii. Şöyle bir düşündüğümde okurken en çok zevk aldığım türün polisiye ve gizem kitapları olduğunu fark ettim.

Bu durumda seçenekler çok daha daralmıştı. Dedektif veya polisiye türünde, 1950’lerden önce yazılmış, yazarı ölmüş, telif hakkı sorunu bulunmayan, çok fazla uzun ve çok fazla kısa olmayan, en önemlisi de okurken ve çevirirken sıkılmayacağım bir kitap bulacaktım. Bu daralan çemberde kitabın popülaritesi hakkındaki ve başkaları tarafından okunur mu kaygılarımı çöpe atmam gerekti. Danışman hocamın da dediği gibi kitabı önce benim benimsemem gerekiyordu çünkü kendimi o dünyanın içine atacaktım ve kitabın yazarına, her bir karakteri ve her bir olayı sanki ben kurgulamışım gibi hâkim olmam gerekecekti. Bu sefer eser araştırırken kitap değil yazar bazlı araştırma yaptım. Yukarıda bahsettiğim kriterlerin yanı sıra üslubu da beni yormayan, kalemi anlaşılır olan bir yazar aradım. Nihayetinde kendime en yakın bulduğum yazar Josephine Tey oldu. Polisiye türünün altın çağı olarak adlandırılan dönemin en bilindik yazarlarından biri olan Tey, bunların yanı sıra yaşantısı ile ilgimi çekti. Üstelik bir nebze olsun yukarıda bahsettiğim ‘popülerlik’ sıfatına uygun bir yazardı ve polisiye türünde İngiltere merkezli Suç Yazarlar Derneği’nin (Crime Writers’ Association) yayımladığı “Tüm Zamanların En İyi 100 Polisiye Kitabı” listesinde birinci sırada yer alan The Daughter of Time’ın da yazarıydı. Bu eser Josephine Tey’in yarattığı kurgusal karakter “Müfettiş Alan Grant” serisinin beşinci kitabıydı. Toplam altı kitaptan oluşan bu seride, yine “Tüm Zamanların En İyi 10 Polisiye Kitabı” listesinde on birinci sırada yer alan The Franchise Affair de bulunuyordu. Kendimce hem eleştirmenler hem de okuyucular tarafından tam not alan serinin henüz Türkçeye çevrilmemiş olan üçüncü kitabını çevirmenin hiç de kötü bir fikir olmadığını düşündüm. Böylelikle eğer çevirim yeterli derecede ilgi görürse ve “Müfettiş Alan Grant” serisini tüm Türkiye’de popüler olmasını sağlarsam serinin geriye kalan üç kitabını da çevirebilirim diye düşündüm. Tabii o zaman için bir hayaldi bu. Yine de yaklaşık üç ay önce başladığım çeviri sürecinde, kitabın yazarı Tey’in karmaşıklıktan uzak ve hem okuyucuyu hem de çevirmeni fazla yormayan cümle yapıları sayesinde bunun çok da imkânsız olmadığını gördüm. Bir polisiye romanı olduğu için hâliyle diyaloglar ağırlıktaydı, böyle olunca da çoğu romanda karşılaştığımız karmaşık cümle yapıları bu romanda nispeten daha azdı. Yazar cümlenin uzama durumu olduğu yerlerde de okuyucuyu nefes aldırmak adına birçok kez uzun çizgi (—) kullanmıştı. Tabii Türk edebiyatında, en azından benim gördüğüm kadarıyla, bu kullanıma sık rastlamak mümkün değil. Çünkü bu uzun çizgiler kimi zaman ek bilgi vermek, bazen cümleyi yarım bırakmak ve bazen de karakterin duraksamalarını belirtmek gibi çeşitli amaçlar için kullanılıyor. Dilimizde ise bunu yazarın amacına göre “…”, “()”, “:”, “;” gibi noktalama işaretleriyle vermeyi uygun gördüm. Mesela bu uzun çizginin, üç nokta görevi gördüğü yerlerden biri şu örnektir: “What type of—temperament, I suppose you’d call it?” Ben bu cümleyi “Ne tür bir… mizaç, sanırım böyle deniliyordu?” şeklinde çevirdim. Bir diğer örnekte ise “It may have been just a lucky shot—and I rather think it was” cümlesindeki uzun çizgi kullanımını “Şanslı bir atış olmuş olabilir sadece, ki bence öyleydi.” şeklinde çevirmeyi tercih ettim. Bunun dışında kitapta çokça karşılaştığım unsurlardan biri de italik kullanımlardı. Yazar, bu kullanımları yabancı kelimeleri vurgulamak veya karakterin o cümleyi söylerken bir vurgu yaptığını belirtmek için çeşitli yerlerde kullanmış. Ben de bir çevirmen olarak yazarın kararını olduğu gibi uyguladım ve kendi metnimde o şekilde çevirmeyi tercih ettim. Örneğin kitapta geçen “force majeure” kelimesi, Fransızca kökenli bir kelime olduğu için yazar tarafından italik verilmiş. Bense bu kelimeyi ve kitaptaki tüm Fransızca kökenli kelimeleri emsal kitapları da inceleyerek Türkçeye çevirmeyi tercih ettim ve bu cümleyi “mücbir sebep” olarak italik şekilde çevirdim. İtalik kullanımı koruma sebebim ise bunun yabancı kökenli bir kelime oluşundan ziyade yazar tarafından vurgulanmış bir ifade oluşuydu. Zira kitaptaki tüm yabancı kökenli kelimeler italik değildi. Tam da bu noktada, bahsettiğim italik kullanımların yazar tarafından bir karakterin söylediği cümleyi vurgulu şekilde söylediğini belirttiği diğer kısımlara da değineceğim. Örneğin ana karakter Müfettiş Alan Grant, bir sorgu sırasında aldığı ipucu sayesinde bir varsayım yapıyor ve şöyle bağırıyor: “She was left-handed!” Bu cümle olduğu gibi italik olarak verilmiş ve karakterin bağırdığı vurgulanmıştı. Ben de italik formunu koruyarak “Kadın solakmış!” şeklinde çevirdim. Diğer yandan çevirmenleri özellikle İngilizceden Türkçeye çeviri yaparken en zorlayan unsurlardan biri uzun ve karmaşık cümle yapılarıdır. Ben bu cümleleri bölmeyi tercih ettim. Bu vesileyle hem çevirmenin ele aldığı cümle kısalmış ve daha kolay hâle gelmiş, hem de okuyucuyu yormayan daha sade cümleler ortaya çıkmış oldu. Örneğin:

“Bayan Marcable, sol elini havalı ve tatlı bir hareketle bardağına uzattı. O bardağı doldururken Grant de bir yandan onun hareketsiz duran bileğini ve sakin tavrını izliyor, bir yandan da bunun kendisi adına akıl dışı bir durum olup olmadığı üzerine kafa yoruyordu.”

Bu cümlenin kaynak metindeki hâli tek bir cümleden oluşup fazlasıyla “and” bağlacı içeriyordu. Okuyucuyu karmaşık cümle yapısından ve tekrarlanan bağlaçlardan kurtarmak adına kaynak hâli “Cool and sweet she put out her left hand for his cup, and as she replenished it he watched her steady wrist and impassive manner and wondered if this too could be unreasonableness on his part.” (Tey, 1929, s. 19) olan bu cümleyi bölme yoluna gittim. Diğer yandan aynı cümlede üç defa “and” kullanımı olduğu için çevirme aşamasında zorluk yaşadım ve bu tekrarlamaları önlemek için “bir yandan… bir yandan da…” ifadesini kullanmayı tercih ettim. Buna benzer yaptığım değişikliklerden biri de iki dil arasındaki kişi zamirlerinin bazı durumlarda karmaşıklık yaratmasını önlemekti. Bilindiği gibi İngilizcede “he, she, him, her” dendiğinde söz konusu kişinin hangi cinsiyete sahip olduğunu anlayabiliriz. Fakat Türkçede bu zamirlerin hepsini karşılayan bir “o, onun” kişi zamiri vardır. Bu romanda yazarın da sıklıkla kişi zamirlerini kullandığını göz önünde bulundurduğumuzda, bazı bölümlerde sürekli “o” zamirini kullanmanın hangi işi kimin yaptığı konusunda karmaşıklık yaratması bakımından okuyucunun kafasını karıştırabilmekteydi. Örneğin aşağıdaki cümlede kaynak dilde sıklıkla kişi zamirleri kullanılsa da söz konusu eylemleri kimin yaptığını en azından cinsiyetten dolayı anlamak mümkündür:

Her report of the inspector’s charms must have been a rose-coloured one, for she came back in less time than he had dared to hope and took him up to her sister’s room, where he had an interview with a tearful woman who protested that she had not even noticed the man until he had fallen, and whose wet eyes regarded him continually with a dreadful curiosity.” (Tey, 1929, p. 14)

Kaynak metinde yazarın kastettiği anlamı çıkarabilmek zor olmasa da Türkçeye çevrildiğinde yaşanabilecek anlam karmaşasını önlemek için bazılarına kişi zamirleri yerine direkt olarak karakterlerin isimlerini verdim. Yukarıda verilen alıntının Türkçeye çevrilmiş hâli şu şekildedir:

Kadının müfettişin çekiciliği ile ilgili görüşü olumlu olmalıydı, zira Grant’in umduğundan daha kısa sürede geri döndü ve onu kız kardeşinin odasına götürdü. Kadın, ölen adamı yere düşene kadar fark etmemişti bile ve sırılsıklam olmuş gözleriyle ona gözünü bile ayırmadan korkunç bir merakla bakmıştı.”

Bu değişikliklerin yanı sıra bir polisiye romanı çeviren kişinin en çok dikkatli olması gereken ve hata yapma şansı olmayan hususlardan biri de mesleki terimlerdir. Ana dili İngilizce olan bu metin, içerdiği kültürel, sosyal ve üslupsal farklılıkların yanı sıra mesleki terimler konusunda da dilimizle bazı konularda uyumlu olmayabilir. Bu tarz terimlerde hata yapmamak adına hangi rütbenin, mesleğin ve ifadenin nasıl kullanıldığını incelemek için Emniyet Genel Müdürlüğü’nün resmî sitesinde yer alan “Rütbeler ve İngilizce Karşılıkları” başlıklı bölüme göz attım. Hepsi olmasa da birçok terimin karşılığını buradan teyit edebildim. Örneğin “superintendent” için “başkomiser”, “inspector” için “müfettiş”, “sergeant” için “komiser yardımcısı”, “coroner” için “adli tabip”, ve son olarak “flying squad” için “çevik kuvvet” ifadelerini kullandım. Bunun yanı sıra kurumlar ve ifadeler için de detaylı araştırmalar yaptım. Örneğin “Criminal Investigation Department”ı “Cinayet Masası”, “The Jury”i “Adli Tıp Heyeti”, “Police Department”i “Polis Karakolu” olarak çevirdim. Bu rütbelerin ve kurumların Türkçe karşılıklarını bulsam da romanda geçen “Scotland Yard” isimli karakolu herhangi bir şekilde Türkçeye çeviremedim. Bunun sebebi ise bu kitabın da içinde bulunduğu altı kitaplık “Inspector Alan Grant” serisinde daha önceden Türkçeye çevrilen iki kitapta da bu ifadenin aynı şekilde korunmasıydı. Bu bağlamda diğer iki kitabı okumuş ve bu seri hakkında bilgi birikimi olan Türk okuyucuların kafasını karıştırmamak ve tutarlılığı sağlamak adına bu kullanımı bilinçli olarak korudum.

Kitap hakkında çok ince detaylar ve ipuçları içeren bu kapak, bölümümüz mezunlarından Esengül Esen tarafından harika bir işçilikle resmedildi. Bu vesileyle yardımlarından dolayı ona tekrardan teşekkür etmek isterim.

Özetlemek gerekirse tüm bu çeviri süreci boyunca yaşadığım sorunları yine o zamana kadarki akademik süreçte deneyimlediğim pratik çözümlerle aşmayı denedim. Riski minimum düzeyde tutarak, yeri geldiğinde çok cesur kararlar alarak, yazarın amacından sapmadan, çeviri etiğine uygun bir çeviri süreci geçirmeye çalıştım. Umuyorum ki dönemin sonunda tezimi teslim ettiğim süreci takip eden en kısa süre içinde 212 sayfalık çevirimi tamamlayıp Türkiye’deki polisiye okurlara çok zevk alacakları bir eser kazandırmış olacağım. Yine umuyorum ki bu süreçte en çok keyif alan kişi ben olacağım.

Yukarıda görüldüğü gibi kitabın başlığını Türkçeye Kuyruktaki Adam olarak çevirdim.

Kaynakça

Tey, J. (1929). The Man in the Queue (Vol. 1). Methuen Publishing Ltd.

Author

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Notify of
guest

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x
()
x