Sait Faik Abasıyanık Edebi Kişiliği, Dili, Üslubu ve Kültürel Unsurların Aktarımı
Çeviriye Dair: Sait Faik Abasıyanık
![](https://trans-lation-nation.com/wp-content/uploads/2025/01/Hilal-Cavus-Hayrunnisa-Guven-Selin-Ozgul-Gorsel-1-1024x818.jpg)
Sait Faik Abasıyanık Edebî Kişiliği
Türk edebiyatı modern hikâye geleneğinin önemli temsilcilerinden olan Sait Faik Abasıyanık, 1906 Adapazarı doğumludur. Abasıyanık, henüz lise çağında şiir ve kısa öyküler ile edebî kişiliğini şekillendirmeye başlamıştır. İlk yayımlanan öyküsü olan “Uçurtmalar” Milliyet gazetesinde çıkmış; ardından Varlık, Ağaç, Servet-i Fünûn, Uyanış, Ses, Yeni Ses, Yaprak ve Yenilik dergilerinde yayın hayatına devam etmiştir. Bu süreçte kendi öykücü kişiliğini oluştururken okur ve edebiyat çevresi tarafından da ilgi görmüştür. Varlıklı bir ailede yetişmesinden kaynaklı maddi kaygılar gütmeyen yazarımız, tam zamanlı yazar olana kadar Türkçe öğretmenliği ve ticari işler ile de uğraşmıştır. Disiplinden, kaideli ve düzenli bir yaşamdan oldukça uzak olan Sait Faik’in eğitimi de yaşamı gibi düzensiz seyretmiştir. Kendisindeki havailik gözümüze çarpıyor.
Sait Faik, bu bohem ve özgür ruhlu karakterini öykülerinde de yansıtır. Öykülerinde yaşamdan, özellikle İstanbul kesitlerinden insanlara dair gözlem ve yorumlarını yalın bir dil ile aktarır. Burgazada’yı, İstanbul’un en köhne köşelerini ve yaşayan insanlarını adeta resmetmiştir bizlere. Kişileri halktan, bir başka deyişle alt tabaka insanlardan oluşur ve insan sevgisi daima kendini açığa çıkarır.
Yazar kendine has öykü dilini oluştururken André Gide, Comte de Lautréamont ve Jean Genet gibi isimlerden etkilenmiştir. Modern öykü geleneğinin de Türkiye’deki temsilcisi olmuştur. Şiirselliği, yalınlığı, yazıya döktüğü sevgisi ile sıcak ve içten bir üslup benimseyerek iyi insanları iyilikleriyle, kötüleri de kötülükleriyle kabullenmiş; bunları sade vurgular ile anlatmıştır. Aslında bakılırsa Sait Faik, kendi dünyasını ve gözlemlerini kaydetmiştir. Her hâliyle öykülerine işlediği insanlar günlük hayattandır, yani her birimiz Sait Faik’in insanlarındanız. Yazarın edebî kişiliğinin derinlerine inersek yazın hayatını üç döneme bölmemiz gerekir. İlk dönem öyküleri; Semaver, Sarnıç ve Şahmerdan kitaplarında toplanmıştır. İlk dönem öykülerinde ortak özellikler, içerdikleri insan sevgisi ve masum bir acemiliktir. Bu dönemde yazarın yeni şekillenen dili ve üslubu görülür. İkinci dönemi Lüzumsuz Adam isimli öykü kitabıyla başlar ve Son Kuşlar‘a kadar sürer. Bu ara dönemde Abasıyanık’ın dilinde, üslubunda, hikâyelerinin kahramanlarında, geçtikleri çevrede büyük değişiklikler olur. Aslında “Sait Faik dili” denen o şiirsel ve coşkulu dil bu dönemde pekişmiştir. Daha çok devrik cümleler kurarak ve argo kullanarak kendine has bir halk dili oluşturmuştur. İlk çalışmalarında rastlanan insan sevgisi temasının bu dönemle birlikte yavaş yavaş yerini insan korkusuna, kent nefretine ve umutsuzluğa bıraktığı görülür. Hatta son dönemde ağır basan sürrealist duruşu ile insanlardan soyutlandığı gözlemlenir. Son dönem yazılarında insanlardan ve hatta İstanbul’dan uzaklaşarak nefretle bahsettiği görülür. Alemdağ’da Var Bir Yılan’da daha farklı biçimler deneyip topluma ve doğaya bakmadığı açılardan bakması bu duruşunu destekler. Yazarımız dilinin, fikirlerinin ve bakış açısının dönüşümlerini yazdıklarında bizlere göstermiş ve bir çeşit kendi tarihini görebilmemize olanak sağlamıştır.
“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
Sait Faik’in Dili ve Üslubu
Sait Faik, yazma tutkusuyla yaşamını şekillendirmiş ve bu yolda kendine özgü bir üslup geliştirmiş edebiyatçılarımızdandır. Küçük yaşlarda şiirle başlayan yazın serüveni, zaman içerisinde hikâyeleriyle devam etmiş ve Türk edebiyatında derin izler bırakmıştır. Yazar, kendi anlatımıyla ne tamamen bir hikâyeci ne de bir şairdir: “Hikâyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir iki tane de şiir yazdım. İçinde hikâye kokuları var dediler. Demek ki ben ne hikâyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayip bir şey. Ne yapalım beni de böyle kabul edin.”
Sait Faik, eserlerini sade, samimi ve halkın anlayabileceği bir dilde yazmaya özen göstermiştir. Dil devrimini destekleyen yazarlardan biri olarak, bu yaklaşımını Akşam gazetesinde yayımlanan bir yazıda şu sözlerle dile getirmiştir: “Dil değişmesi fevkalâde güzel bir şey. Yeni edebiyatçının hitabettiği zümre esasen eski dili anlamıyor. Bu sebeple dilin değişmesi zaten lâzımdı… Yeni fikirler, yeni kalıplar içinde anlatılmalıdır. Yeni edebiyatımız için dil devrimini büyük bir şans ve kazanç sayıyorum.”
Yazarın kendine özgü şiirsel anlatımı, insan merkezli hikâye anlayışı ve halkın diliyle yazma amacı yazın hayatının ilk dönemlerinde sertçe eleştirilmiş olsa da sonraları hak ettiği değeri görmesiyle birlikte modern Türk hikâyesine sağladığı yadsınamaz katkılarla günümüze dek edebî varlığını korumuştur. Reşat Nuri Güntekin, onun hikâyeciliğini şu sözlerle ifade etmiştir: “Sait, Türkçeyi en güzel yazanlardan biri idi. Fakat bu kâfi değildir; onun içine konacak şeyleri de bulmak lâzımdır. İşte o bunu da çok iyi bilirdi. Yaşadığı zaman muhitin geniş bir köşesini -eskilerin sehli mümteni dedikleri- erişilmesi güç bir kolaylıkla anlatmasını bilmiş bir yazardı.”
Yazar hikâyelerinde Fransızca, Rumca, İngilizce ve İtalyanca gibi farklı dillerdeki ifadelere sıklıkla yer verirken sade ve akıcı dil tercihi nedeniyle bu ifadeleri aşırıya kaçmayacak şekilde kullanmıştır. Döneminin okurları tarafından da anlaşılabilmek adına bazı hikâyelerinde halka yabancı sayılabilecek yeni kullanımların eski hâllerini parantez içerisinde belirtmiş, bildiği diğer dillerin de etkisiyle birçok yeni kelime (teneke mahalle, abaencet, ârühaya, aksantonikli, cerine, borj, buzağılı, yüzbilimi, vb.) türetmiş, yabancı dildeki bazı ifadeleri kimi zaman kaynak dilde olduğu gibi kimi zaman da Türkçe okunuşlarıyla yazılarında kullanmıştır. Yalnızca yabancı ifadelere Türkçe karşılıklar türetmekle kalmamış, yeni deyimler (deniz gibi nefes almak, mavi mavi tütmek, mavi mavi bakmak, badem ağacı güzelliğiyle bakmak, yürekleri dudaklarında olmak, pıtır pıtır kar yağmak, kalbi göbeğinde atmak, vb.) de üretmiştir.
Ergüzel ve Kirik’in “Sait Faik Abasıyanık’ın Hikâyelerinin Söz Varlığı Üzerine” (2012) adlı çalışmalarında Abasıyanık’ın hikâyelerinde en sık kullandığı ilk beş yüz kelimeden de yazarın fikir yapısına ulaşılabildiği tespit edilmiştir. Bu kelimeler arasında zaman, durum, nitelik ve nicelik bildiren zarflar (%21) ile fiiller (%15) dikkat çeker ve yazarın hareket merkezli bir yazım anlayışı benimsediği görülür. Ayrıca, en sık kullanılan beş yüz kelimenin yüz on biri somut, elli sekizinin ise soyut olması Sait Faik’in üslubunun maddi dünyaya dönük olduğunu ortaya koyarken yinelemeler, devrik cümleler ve özgün benzetmelerle de şiirsel dil kullanımı ön plana çıkmaktadır.
Eserleri, herhangi bir ekleme ya da çıkarma yapılamayan mükemmel bir bütün (Naci, 2008) olarak değerlendirilen Sait Faik hikâyeciliğinde Türk kültürüne özgü unsurlar, yazarın insanın varoluşu üzerine inşa ettiği yapı aracılığıyla sıkça yer bulur. Eski Türkçe ifadeler, şiirsel anlatımlar, türetilmiş sözcükler, yabancı dillerden alınmış ifadeler, kelime oyunları, lakaplar, ağız özellikleri, atasözleri, deyimler ve yerel imgeler gibi hem yazara hem de Türk kültürüne özgü unsurları farklı kültürlere aktarımda çevirmenler, önemli bir sorumluluğu omuzlamaktadır. Tüm bu biçemsel ve kültürel özellikler, Sait Faik hikâyelerinin çevirisini yalnızca edebî anlamda değil, aynı zamanda kültürel açıdan da önemli kılmaktadır.
Kültürel Unsurların Aktarımı
Sait Faik eserlerinde en ilgi çeken kısımlardan biri yazarın kullandığı kültürel unsurların, kimliğini ve dönemini yansıtmasıdır. Elbette çeviriye dair bütün detayları seven biri olarak “Acaba şu kelimenin İngilizceye aktarımı nasıl olurdu?” veya “Gerçekten aktarılabilir mi/aktarılmalı mı?” diye düşünmeden edemedim. Gelin, hep beraber Sait Faik Abasıyanık eserlerindeki kültürel unsurlara ve aktarımlarına bir göz gezdirelim.
“Türkiye’nin Çehov’u” olarak anılan yazarımız hikâyelerinde karmaşık ve dağınık bir dil kullansa da halktan olduğunu hissettirir ve bundan hiç gocunmaz. Öykü ve hikâyelerinde Burgazada’dan Taksim sokaklarına geçiş yapıyorsunuz, Messeret Oteli’nde bir gece konaklıyorsunuz ve bir yaşlı balıkçıyla sohbete dalıyorsunuz. Yazarın balıkçılığa dair bilgisi epey fazla olduğundan ötürü teknik kelimelerin, denizcilik terminolojisine yönelik detaylı bir araştırmanın ardından, kültürel unsurlara kıyasla aktarımının kolaylaştığı görülür.
Öykülerini okurken kahvehanede çokça vakit geçirmiş olduğu da anlaşılıyor. Sahi, “kahvehane” kelimesinin İngilizcesi ne olabilir? Tam olarak “kahvehane” ortamını yansıtabilen veya o hissiyatı veren bir kelime var mı? “Coffeeshop” denildiğinde okurun aklında canlanacak olan mekân, ne tarz bir mekân olabilir ve kültürü yansıtabilir mi? İşte burada, okurun zihninde “kahvehane” kelimesinin gözünde canlandırılabilmesi için ufak betimlemelere ihtiyaç duyulduğunu düşünüyorum. Misal çevirmen notları ile açılan bir kültür penceresi, iş görebilir.
Bir diğer dikkat çeken unsurlardan biri “salep güğümü” idi. Biz ana dili Türkçe olan okurların gözünde canlanan elbette daha otantik ve işçilik barından bir eşya olabilir, yalnız İngilizceye çevrildiğinde okura bu hissiyatın aktarımı oldukça zordur. Şayet toplumsal anlayışlarımız süregelen bir tarihin eseridir ve bizden olmayanda bu hisleri uyandırmak çetrefilli bir iştir. Örneğin, Maureen Freely ve Alexender Dawe tarafından yapılan Sait Faik seçme hikâyelerinde; “salep kettle” denildiğinde bütün o havasını kaybediyor ve yerini sıradan bir ısıtıcı alıyormuş gibi geliyor. Sait Faik eserlerinde bolca deyim kullanmayı ihmal etmiyor, ara sıra yerel ağız kullanıyor ve bazen de kendi uydurduğu kelimeleri öykülerine serpiştiriyor. Bu kullanımlar en başta “Sait Faik dili” dediğimiz o şeyi oluşturuyor. Bu halk ağzı denebilecek dilde mutlaka çokça deyim ve atasözü vardır. Kasım ayında okulumuzu temsilen katıldığımız “Genç Çevirmen Adayları” yarışmasında da bize Bir Küçük Satıcı isimli öyküsü verildi. Bu öykü Sait Faik’in ilk dönemini yansıttığı gibi deyim ve atasözü örneklerini de barındırır. Misal “taştan ekmeğini çıkarırdı” ifadesi iyi anlaşıldığında, ancak anlamsal olarak iyi bir aktarım yapılabilir.
Benzer örneklere “yakayı kurtarmak” ve “yanaklarına kan gelmek” ifadelerinde de rastlanır. Bu tarz halk ağzından çıkan sözler, başka bir kültürde aynı anlamı taşıyan ve o kişilere buradaki gibi hissiyat veren ifade ya da kalıplara karşılık bulursa çeviride iyi bir yol izlenebilir.
Tüm bu örnekler de dikkate alındığında bu tip kültürelliğin yoğun olduğu yazılarda çevirmen kararları kritiktir diyebiliriz. Tutarlı bir ürün oluşturmak için okura açık ve net açıklamalar yapmalı ve duruşumuzu da belli etmeliyiz. Kültürü anlatma ve resmetmeyi mi tercih ediyoruz? Yoksa erek dile ve kültüre uygunluğu mu esas alıyoruz? Bu sorulara yanıt olarak doğru bir çizgide giden bir ürün oluşturmak en doğrusudur.
![](https://trans-lation-nation.com/wp-content/uploads/2025/01/Hilal-Cavus-Hayrunnisa-Guven-Selin-Ozgul-Gorsel-2.png)
Referanslar:
- Abasıyanık, S. F. (2004). Karganı Bağışla (S. Sönmez, Haz.). Yapı Kredi Yayınları.
- Ergüzel, M. M., & Kirik, E. (2012). Sait Faik Abasıyanık’ın hikâyelerinin söz varlığı üzerine. Journal of Turkish Studies.
- Naci, F. (2008). Sait Faik’in Hikâyeciliği (2. baskı). Yapı Kredi Yayınları.
- Kara, F. (1996). Sait Faik’in Kısa Hikâyelerinde Söz Dizimi.
- Kudret, C. (1990). Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman. İnkılâp Kitapevi.
- Uyguner, M. (2010). Sait Faik’in Dil Özellikleri.
- Uzunca, E. (2022). Sait Faik Abasıyanık’ın Hikâyeciliği.
Görsel Referanslar:
- https://arkakapak.babil.com/10-maddede-sait-faik-abasiyanik-portresi/