Sanatın Psiko-Epistemolojisi

Sanatın Psiko-Epistemolojisi

İnsanoğlunun fizik bilimindeki ilerleyişiyle beşeri bilimlerdeki durgunluğu ve hatta bugünlerdeki gerileyişi arasındaki uçurum, insanoğlunun bilgi dağarcığında sanatın yerinin aşikâr bir belirtisidir.

Fizik bilimi, hızla yok edilen rasyonel epistemolojinin kalıntılarıyla ayakta dururken beşeri bilimler, mistisizmin ilkel epistemolojisine hemen hemen terk edilmiştir. Fizik, insanoğlunun atomaltı parçacıklarından gezegenler arası uzaya kadar inceleyebildiği bir noktaya ulaşmışken; doğası, insan yaşamındaki işlevi ve yok sayılamayacak psikolojik etkisinin nedeni hakkında çok az şey bilinen sanat, bilinmezliğin karanlığında gömülü kalmıştır. Buna rağmen sanat, yoğun bir tutku ve son derece ‘bireysel’ bir kaygı ile varlığını bilinen her uygarlıkta sürdürmüştür. Öyle ki ilk yazı dilinin doğuşundan çok daha önce, insanoğlunun tarihinin başladığı anda attığı ilk adımlarında bile sanatın izlerine rastlarız.

Diğer bilgi alanlarında insanlar, bir iş için tutarsız mistik kâhinlerin rehberliğini arama alışkanlığını aşmışlardır. Sanat alanında ise bu uygulama tüm etkinliğiyle devam etmekte ve günden güne daha fazla gözle görülür hâle gelmektedir. İlkel insanlar, doğa olgusunu sorgulanmayacak ya da analiz edilmemesi gereken indirgenemez bir birincil olgu veya bilinemez şeytanların dışlayıcı alanı olarak kabul ederlerdi. Tıpkı bunun gibi bugünün epistemoloji cahilleri de sanatı sorgulanmayacak ya da analiz edilmemesi gereken indirgenemez bir birincil olarak, bilinemeyecek bir şeytanın yani duygularının özel alanı olarak kabul ederler. Aralarındaki tek fark, tarih öncesi ilkel insanların hatasının masum olmasıdır

Diğerkâmlığın (altruizm) en acımasız anıtlarından biri, insanın kültürel olarak uyarılmış ‘bencilliğidir’. Bu, bilinmeyenle olduğu gibi kendisiyle birlikte yaşamaya, görmezden gelmeye, kaçmaya, ruhunun bireysel (sosyal olmayan) ihtiyaçlarını bastırmaya, en önemli şeyler hakkında en az şeyi bilmeye ve
böylece en derin değerlerini ‘öznelliğin’ zayıf yeraltı dünyasına ve hayatını kronik suçluluğun kasvetli çorak topraklarına teslim etmeye istekli olmasıdır. Sanatın bilişsel ihmali, tam da sanatın işlevi toplumsal olmadığı için varlığını sürdürmüştür. (Bu, diğerkâmlığın, insanlık dışılığının, insanın, gerçek ve birey olarak bir insanın, en derin ihtiyaçlarına karşı acımasız kayıtsızlığının bir başka örneğidir. Ayrıca, ahlaki değerleri tamamen sosyal bir mesele olarak gören herhangi bir ahlaki teorinin insanlık dışılığının göstergesidir.) Sanat, gerçekliğin toplumsallaştırılamayan bir yönü olan insan bilincinin
doğasının bir ürünüdür. Bu evrensel yani tüm insanlar için geçerli olan fakat kolektif olmaktan uzak bir olgudur.

Bir sanat eserinin (edebiyat dâhil) ayırt edici özelliklerinden biri, günlük hayatta bir karşılığının olmaması, maddi bir amaca hizmet etmekten ziyade kendi içinde bir amaç olması hatta bir amaca odaklanmaktansa sadece düşüncede kalmasıdır. Bu düşünceden alınan zevk o kadar yoğun ve derindir ki kişi onu kendine yeten ve kendini haklı çıkaran bir birincil araç olarak görür. Çoğu zaman, bir sanat eserini analiz etmek gibi bir öneriye kendi kimliğine, en derin ve temel benliğine saldırılmışçasına karşı çıkar.

Her insani duygunun kaynağı olan bir neden vardır. Hiçbir duygu o kadar yoğun değildir ki nedensiz ve indirgenemez olsun. Ayrıca hiçbir duyguyu, bir canlının hayatta kalması için ihtiyacı olan duygu (ve değerlerin) kaynağından ayrı düşünmek mümkün değildir.

Sanatın bir ‘amacı’ vardır ve insani bir ‘ihtiyaca’ hizmet eder ki bu sadece maddi bir ihtiyaç değil, insan bilincinin bir ihtiyacıdır. Sanat ile insanın hayatta kalması arasındaki bağ hayatidir. Burada hayatta kalmaktan kasıt, fiziksel olarak varlığını sürdürmesinden ziyade bunu sağlayan bilincinin hayatta kalması ve korunmasıdır. Sanatın kaynağı, insanın bilişsel yeteneğinin kavramsal olmasından gelir. Bu demektir ki insan bilgiyi edinir ve eylemlerini yönlendirir. Bunu yaparken eylemlerini tek başına yalıtılmış algılar yoluyla değil, yaptığı soyutlamalar yoluyla yönlendirmektedir. Sanatın doğasını ve işlevini anlamak için öncelikle kavramların doğasını ve işlevini anlamak gerekir.

Bir ‘kavram’, bir soyutlama süreciyle izole edilmiş ve belirli bir tanımla birleştirilmiş iki veya daha fazla birimin bütünleşmesidir. İnsan, algısal tanımlamalarını kavramlar hâlinde ve kavramlarını gittikçe genişleyen kavramlar hâlinde düzenler. Böylece sınırsız miktarda bilgiyi ve doğrudan elde edilen herhangi bir veriyi kavrayabilir, elinde tutabilir, tanımlayabilir ve bütünleştirebilir.

Karşılaşılan herhangi bir durumda kavramlar, insanın algısal kapasitesinin izin verdiğinden çok daha fazlasını bilinçsel farkındalığının odağıyla kavramasını sağlar. İnsanın belirli bir anda algılayabildiği şeylerin sayısı yani algısal kapasitesinin aralığı sınırlıdır. İnsan, dört veya beş tane şeyi gözünde canlandırabilir. Örneğin dört ağacı veya beş kediyi düşünün. Buna rağmen, insanın bir milyon tane ağacı veya on ışık yılı uzaklıktaki bir yeri aklında canlandırması mümkün değildir. Bunu mümkün kılan ise onun bu gibi bilgilerle başa çıkmasını sağlayan kavramsal yeteneğidir.

İnsan, sahip olduğu kavramları dilin işlevi sayesinde korur. Kullandığımız her kelime, özel isimler dışında, belirli bir türün sınırsız sayıda somut örneğine karşılık gelen bir kavramdır. Bir kavram, iki yöne de giden iki ucu açık ve o türdeki tüm birimleri içeren özel olarak tanımlanmış birimlerin matematiksel bir dizisi gibidir. Örneğin ‘insan’ kavramı, şu anda yaşayan, yaşamış ve yaşayacak olan tüm insanları kapsar. Bu sayıca o kadar fazla insanı temsil eder ki kişinin bu insanları görsel olarak aklında canlandırması veya incelemesi mümkün değildir.

Dil, görsel-işitsel sembollerin bir kodudur. Bu kod, soyutlamaları, somutlamalara daha doğrusu somutlamaların psiko-epistemolojik eşdeğerlerinin yönetilebilir sayıda belirli birimlerine dönüştürmekte kullanılır. (Psiko-epistemoloji, insanın bilinçsel sürecini inceleyen alandır. Bu süreci, bilinçli ve bilinçdışı meydana gelen otomatik işlevler arasındaki etkileşim üzerinden inceler.)

Bir çocuğun diyaloğundan bir bilim insanının konuşmasına kadar herhangi bir ifadede yer alan muazzam kavramsal bütünleştirmeyi düşünün. Basit ve açıkça anlaşılan tanımlamalardan başlayan ve daha yüksek seviyelere gelen bilginin hiyerarşik yapısını herhangi bir elektronik cihazın bile yaklaşamayacağı kadar çok dallandırabilen kavramsal zincirleri düşünün. Yine de bu dilin psiko-epistemolojik görevinin basit olan kısmıdır. Bundan çok daha karmaşık olan bir kısmı daha vardır. Bu da bilginin ‘uygulama’ kısmıdır. Örneğin gerçeklik olgularını değerlendirmek, hedef belirlemek veya hareketlerini bunlara göre yönlendirmektir. İnsanın bunu yapmak için başka bir kavramlar zincirine ihtiyacı vardır: bir normatif soyutlamalar zinciri. İlkinden türetilen bu zincir, ondan ayrı tutulsa da ona bağlı ve bir anlamda daha karmaşık denebilecek bir ‘kavramlar zinciridir’.

Bilişsel soyutlamalar gerçekliğin gerçeklerini tanımlarken, normatif soyutlamalar gerçekleri değerlendirir, böylece bir değerler tercihi ve hareket tarzı belirler. Bilişsel soyutlamalar ‘var olan’ ile ilgilenirken normatif soyutlamalar ‘olması gereken’ ile (insanın seçimine açık olanla) ilgilenir.

Normatif bir bilim olan etik, felsefenin iki bilişsel dalına dayanır: metafizik ve epistemoloji. İnsanın ne yapması gerektiğini belirtebilmek için önce onun ne ve nerede olduğunu yani doğasının (bilişsel kavraması dâhil) ve içinde olduğu doğanın ne olduğunu bilmek gerekir.

(Bu bağlamda, belirli bir etik sistemin metafiziksel dayanağının doğru ya da yanlış olması önemsizdir; eğer yanlış ise, bu hata etiği uygulanamaz hâle getirecektir. Burada bizi ilgilendiren tek şey etiğin metafiziğe bağlılığıdır.)

Evren insan için anlaşılması mümkün bir şey midir yoksa anlaşılamaz ve bilenemez mi? İnsan dünyada mutluluğu bulabilir mi yoksa hüsrana ve umutsuzluğa mahkum mudur? İnsan seçim yapma gücüne sahip midir? Hedeflerini belirleme ve onlara ulaşma gücüne, yaşamının gidişatını yönlendirme gücüne sahip midir yoksa kaderini belirleyen kontrolünün ötesindeki güçlerin çaresiz bir oyuncağı mıdır? İnsan doğası gereği iyi olarak mı görülmeli yoksa kötü olarak hor mu görülmelidir? Bunlar ‘metafiziksel’ sorulardır ve yanıtları insanların kabul edeceği ve uygulayacağı ‘ahlak’ anlayışını belirler. Bu yanıtlar metafizik ve etik arasındaki bağlantıdır.

Ve metafizik bu hâliyle normatif bilim sayılmasa da bu soru kategorisinde verilen yanıtlar, insanın tüm ahlaki değerlerinin temelini oluşturdukları için, zihninde metafizik değer yargılarının işlevini üstlenir.

İnsan, bilinçli veya bilinçsiz, dolaylı veya dolaysız olarak kendi değerlerini bütünleştirmek, hedeflerini seçmek, geleceğini planlamak, hayatının düzenini, tutarlılığını sürdürmek ve metafiziksel değerlerini belirlemek için hayatının her anına, her seçimine ve eylemine dâhil olacak olan kapsamlı bir varoluş görüşüne sahip olması gerektiğini bilir. Gerçekliğin temel doğasıyla ilgilenen bir bilim olan metafizik, insanın en geniş soyutlamalarını kapsar.

Şimdiye kadar algıladığı her somut şeyi içerir. Kapsadığı bilgi birikimi ve kavramlar zinciri, hiç kimsenin hepsini anlık bilinçli farkındalığın odağında tutamayacağı kadar büyüktür. Yine de ona rehberlik etmesi için bu toplam bilgiye ve farkındalığa ihtiyacı vardır. Bunları bir bütün olarak kavraması için, bilinçli bir odak gücüne ihtiyacı vardır. Bu gücü ona veren ise ‘sanattır’.

‘Sanat, gerçekliğin bir sanatçının metafiziksel yargılarına göre seçici bir şekilde yeniden yaratılmasıdır.’ Seçici bir şekilde yeniden yaratılma ile sanat, gerçekliğin insanın kendisine ve varoluşuna ilişkin temel görüşünü temsil eden yönlerini izole eder ve bütünleştirir.

Bir sanatçı; yalın, düzensiz, görünüşe göre çelişkili nitelikler, eylemler ve varlıklardan oluşan sayısız somut şeyden metafiziksel olarak gerekli gördüğü şeyleri soyutlar. Bunları somutlaşmış bir soyutlamayı temsil eden tek bir somutta bütünleştirir. Örneğin iki insan heykeli düşünün: bir Yunan tanrısı ve deforme olmuş bir Orta Çağ canavarı heykeli. Her ikisi de insanın metafizik fikirleri, sanatçının insan doğasına bakış açısının izdüşümleri ve kendi kültürlerinin felsefesinin somutlaştırılmış temsilleridir.

Sanat, metafiziğin somutlaştırılmasıdır. Sanat, kavramları insan bilincinin algı düzeyine getirir ve sanki doğrudan algılıyormuş gibi kavramasını sağlar. Bu sanatın psiko-epistemolojik işlevi ve insan yaşamındaki öneminin nedenidir. Aynı zamanda, objektivist estetiğin dönüm noktasıdır.

Dilin, soyutlamaları somutların psiko-pistemolojik eşdeğerlerine ve kontrol edilebilir sayıda belirli birimlere dönüştürmesi gibi sanat da insanın metafizik soyutlamalarını somutların eşdeğerlerine ve insanın direkt algılayabileceği belirli varlıklara dönüştürür. ‘Sanatın evrensel bir dil olduğu’ iddiası boş bir metafor değil, sanatın gerçekleştirdiği psiko-epistemolojik işlev anlamında, kelimenin tam anlamıyla doğrudur.

İnsanlık tarihinde sanatın dinin bir parçası (hatta çoğu zaman tekeli) olarak ortaya çıktığını görebilirsiniz. Din, felsefenin ilkel biçimiydi ve insana kapsamlı bir varoluş fikri sağlıyordu. Bu ilkel kültürlerin sanatının, dinlerinin metafiziksel ve etiksel soyutlamalarının somutlaştırılması olduğunu gözlemleyebilirsiniz.

Sanatta yer alan psiko-epistemolojik sürecin en iyi örneği olarak edebiyattaki karakterizasyon verilebilir. İnsan karakteri -tüm sayısız potansiyelleri, erdemleri, kusurları, tutarsızlıkları, çelişkileri ile- o kadar karmaşıktır ki insan kendi kendisinin en şaşırtıcı muammasıdır.

Tamamen bilişsel soyutlamalarda bile insan özelliklerini ayırt etmek ya da bütünleştirmek ve karşılaştığınız insanları anlamaya çalışırken hepsini akılda tutmak çok zordur. Şimdi Sinclair Lewis’in Babbitt figürünü[1] düşünün. Bu, belli bir tipten sayısız insanın sahip olduğu, hesaplanamaz sayıda özelliğin, hesaplanamaz sayıdaki gözlem ve değerlendirmelerini kapsayan bir soyutlamanın somutlaştırılmasıdır. Lewis, onların temel özelliklerini izole etmiş ve bunları tek bir karakterin somut biçimine entegre etmiştir. Biri hakkında “O bir Babbitt” dediğinizde, değerlendirmeniz tek bir yargıyla bu figürün aktardığı muazzam toplamı içerir.

Normatif soyutlamalara, ahlaki ilkeleri tanımlama ve insanın yapması gerekeni yansıtma görevi söz konusu olduğunda gereken psiko-epistemolojik süreç daha da zordur. Bu yıllarca çalışmayı gerektirir ve sonuçlarını sanatın yardımı olmadan iletmek neredeyse imkansızdır.

Uygulanacak uzun bir erdemler listesiyle birlikte ahlaki değerleri tanımlayan ayrıntılı bir felsefi inceleme, ideal bir insanın nasıl olacağını ve nasıl davranacağını anlatmayacaktır. Hiçbir zihin bu kadar çok sayıda soyutlamayla başa çıkamaz. ‘Başa çıkmak’ dediğimde, tüm soyutlamaları temsil ettikleri algısal somutlara yeniden çevirmeyi yani onları gerçekliğe yeniden bağlamayı ve hepsini kişinin bilinçli farkındalığının odağında tutmayı kastediyorum.

Gerçek bir insan figürü yansıtmadan böyle bir toplamı anlatabilmenin bir yolu yoktur. Bu, teoriyi aydınlatmanın ve anlaşılır kılmanın bütünleşik bir somutlaştırmasıdır.

Etik üzerine pek çok teorik tartışmanın kısır olmasının, ilham vermeyen beyhudeliğinin ve pek çok insanın bu tür tartışmalara duyduğu içerlemenin bazı sebepleri vardır. Ahlaki ilkeler akıllarında dalgalanan soyutlamalar olarak kalır, onlara kavrayamayacakları bir hedef sunar ve ruhlarını onun suretinde yeniden şekillendirmelerini ister. Böylece onları tanımlanamaz bir ahlaki suçluluk yüküyle baş başa bırakır. ‘Sanat, ahlaki bir idealin iletilmesi için vazgeçilmez bir araçtır.’

Her dinin bir mitolojisi vardır. Bu, dinlerin ahlaki kodunun dramatize edilmiş hâlinin nihai ürünü olan insan figürlerinde somutlaştırılmasıdır. (Bu figürlerden bazılarının diğerlerinden daha ikna edici olması örnekledikleri ahlak teorisinin karşılaştırmalı rasyonalitesine veya irrasyonelliğine bağlıdır.)

Bu, sanatın felsefi düşüncenin yerine kullanılabileceği anlamına gelmez. Kavramsal bir etik teorisi olmadan, bir sanatçı ideal olanın görüntüsünü başarılı bir şekilde somutlaştıramaz. Ama sanatın yardımı olmaksızın etik, kuramsal mühendisliğin konumunda kalır. Sanat, modeli inşa edendir.

Hayatın Kaynağı’nı[2] (The Fountainhead) okuyan birçok okur bana Howard Roark karakterinin ahlaki bir ikilemle karşı karşıya kaldıklarında karar vermelerine yardımcı olduğunu söyledi. Kendilerine, “Bu durumda Roark olsa ne yapardı?” diye soruyorlar ve zihinlerinin ilgili tüm karışık ilkeleri kavrayabileceğinden çok daha hızlı bir şekilde, akıllarındaki Roark figürü onlara yanıtı vermiş oluyor. Neyi yapıp yapmayacağını neredeyse anında seziyorlar ve bu, onlara yol gösterecek ahlaki ilkeleri, nedenleri ayırmalarına ve belirlemelerine yardımcı oluyor. Kişileştirilmiş (somutlaştırılmış) bir insan idealinin psiko-epistemolojik işlevi budur.

Ahlaki değerler, sanat ile ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Bununla birlikte ahlaki değerlerin sanattaki yerinin, nedensel bir belirleyici değil, yalnızca bir sonuç olarak var olmaları olduğunu vurgulamak önemlidir. Sanatın birincil odak noktası etik değil, metafiziktir.

Sanat, ahlakın ‘hizmetçisi’ değildir; temel amacı eğitmek, reform yapmak ya da herhangi bir şeyi savunmak değildir. Ahlaki bir idealin somutlaştırılması, nasıl bir ideal olunacağına dair bir ders kitabı değildir. Sanatın temel amacı ‘öğretmek’ değil, ‘göstermektir’. İnsana kendi doğasının ve evrendeki yerinin somut bir görüntüsünü sunmaktır.

Herhangi bir metafizik konusunun, insanın tutumu, dolayısıyla etiği üzerine illa büyük bir etkisi olur. Her sanat eserinin bir teması olduğundan hitap ettiği kitleye mutlaka bir sonuç, bir ‘mesaj’ verir. Fakat bu etki ve bu ‘mesaj’ bir sanat eserinin yalnızca ikincil sonuçlarıdır. ‘Sanat, herhangi bir didaktik amaca yönelik değildir.’ Bir sanat eseri ile ahlak oyunu veya propaganda afişi arasındaki fark budur. Bir sanat eseri ne kadar büyükse, teması o kadar etkili bir biçimde evrenseldir. ‘Sanat, söylenilmek istenenin olduğu gibi yazıya dökülmesi için kullanılmaz.’ Bir sanat eseri ile bir haber veya bir fotoğraf arasındaki fark budur.

Herhangi bir sanat eserinde etiğin yeri, sanatçının metafiziksel görüşlerine bağlıdır. Bir sanatçı, bilinçli veya bilinçdışı olarak, insanın irade gücüne sahip olduğu önermesini benimserse bu eserini bir değer yönelimine götürür (Romantizm). Eğer sanatçı, insanın kaderinin kendi kontrolü dışındaki güçler tarafından belirlendiği önermesini benimserse, bu eserini değer karşıtı bir yönelime götürür (Natüralizm). Tıpkı bir sanatçının metafiziksel görüşlerinin doğruluğunun ya da yanlışlığının sanatın doğasıyla alakasız olması gibi determinizmin felsefi ve estetik çelişkileri de bu bağlamda konu dışıdır.

Bir sanat eseri, insanın aradığı değerleri yansıtabilir ve ulaşmak istediği hayatın somutlaşmış vizyonunu temsil edebilir. Ya da insanın çabalarının boşuna olduğunu iddia edebilir ve ona nihai kaderi olarak somutlaştırılmış yenilgi ve umutsuzluk vizyonu verebilir. Her iki durumda da estetik araçlar yani içerdiği psiko-epistemolojik süreçler aynı kalır. Varoluşsal sonuçlar ise elbette farklı olacaktır.

Bir insan; günlük yaşamında karşılaştığı hesaplanamayacak kadar çok sayıda ve karmaşık olan seçimler arasında, sık sık karşılaşılan şaşırtıcı olaylar selinde, birbirini izleyen başarı ve başarısızlıklarla ve çok ender görülen sevinçlerle ya da çok uzun süren ıstıraplarla uğraşırken genellikle bakış açısını ve kendi inançlarının gerçekliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu tür soyutlamaların aslında var olmadığını hatırlayın, bunlar sadece insanın var olanı ve var olanın somutluğunu algılamasının epistemolojik yöntemidir. Gerçekliğin tam, ikna edici ve karşı konulamaz gücünü elde etmek için insanın metafiziksel soyutlamalarının karşısına somut biçimde yani sanat hâlinde çıkması gerekir.

Felsefi rehberliğe, doğrulamaya ya da ilhama ihtiyaç duyduğunda insanın Antik Yunan veya Orta Çağ sanatına yönelmesinin yaratacağı farkı bir düşünün. Aklına ve duygularına aynı anda, soyut düşünce ve anlık gerçekliğin birleşik etkisiyle ulaşan bir sanat türü, ona felaketlerin geçici olduğunu, ihtişamın, güzelliğin, gücün ve özgüvenin ona uygun olan doğal hâli olduğunu söyler. Diğerleri ona mutluluğun geçici ve kötü olduğunu, çarpık, aciz, sefil küçük bir günahkâr olduğunu, ona yan yan bakan çirkin yaratıklar tarafından izlenildiğini ve sonsuz bir cehennemin içinde korkuyla süründüğünü söyler.

Her iki olayın da sonuçları açıktır ve tarih onların pratikteki kanıtıdır. Bu iki çağın büyüklüğünden veya dehşetinden sorumlu olan tek başına sanat değil, felsefenin -bu kültürlere egemen olan belirli felsefenin- sesi olarak sanattır. Duyguların sanattaki rolüne ve hem sanatsal yaratımda hem de insanın sanata tepkisinde bütünleştirici bir unsur olan bilinçaltı mekanizmaya gelince bunlar, ‘yaşam kavrayışı’ dediğimiz psikolojik bir olguyu içerir. Bir yaşam kavrayışı; metafiziğin kavram öncesi bir eşdeğeridir, insanın ve varoluşun duygusal, bilinçaltında bütünleşmiş bir değerlendirmesidir. Fakat bu, bahsi geçen önermenin neticesi olsa da farklı bir konudur (2. ve 3. bölümlerde üzerine konuşacağım). Mevcut konu sadece sanatın psiko-epistemoloijk rolüdür.

Bu tartışmanın başında sorulan bir soru artık netleşmiş olmalıdır. Sanatın insanlar için bu kadar derin bir ‘bireysel’ öneme sahip olmasının nedeni, bir sanat eserinin kendi temel gerçeklik görüşünü destekleyip desteklememesine bağlı olarak sanatın bir insanın bilincinin etkililiğini onaylaması ya da reddetmesidir.

Bugün genellikle ne yaptıklarını bilmedikleriyle övünerek bunu kanıt olarak sunanların elinde olan çevrenin anlamı ve gücü işte bu kadardır.

Onların sözlerine inanalım: Bilmiyorlar. Biz biliyoruz. (Nisan, 1965)
Rand, A. (1971) The Romantic Manifesto A Philosophy of Literature. New York, N.Y: A Signet Book.

ÇEVİRMEN NOTU

[1] Ç. N. Sinclair Lewis’in Babbitt figürü: Lewis’in 1922’de yayımlanan “Babbitt” adlı eserinin baş kahramanı. Babbitt ifadesi, İngilizcede orta sınıfın değerlerine ve standartlarına düşünmeden uyum gösteren kişi anlamında kullanılır.

[2] Ç.N. Hayatın Kaynağı: Ayn Rand’ın 1943’te yayımlanan kitabı. Baş kahramanı olan Howard Roark, genç idealist bir mimardır ve kitapta onun kendi özgür iradesinin dışında hiçbir etki altında kalmaksızın hayatını sürdürmesi anlatılır.

Author

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Notify of
guest

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x
()
x